Osmanlı imparatorluğunun yükselişi ve çöküşü — THE OTTOMAN CENTURİES
Lord KİNROSS — Osmanlı imparatorluğunun yükselişi ve çöküşü kitabından alıntılar.
Kitabın orjinal ismi: Lord Kinross — THE OTTOMAN CENTURİES
- Osmanlılar ölmekte olan Bizans imparatorluğu’nun son Asya bölümünde hükumet etme yöntemlerini kurnazca gözlemleyerek Rumların yönetsel ve başka hünerlerinden yararlandılar. Çünki Osmanlılar, daha erken çağlardaki Arap istilaları döneminde dışarıya vurulan islam imajından farklı olarak düşmanlarına karşı dinsel bağnazlıkdan arınmış bir ruhda davranıyordu. (s.21)
- Ortodoks Kilisesi’nin otoritesindeki gerileme de ayrıca bu Asya Rumlarını yeni bir dinin uyarıcı etkisine yanıt vermeye itmişti. Sınır komşuları Osmanlılardan sosyal açıdan fazla bir farkları yoktu, ortamları ve âdetleri de benzerdi. Müslüman olsunlar ya da olmasınlar, Osmanlı yaşam biçimine kolayca ayak uydurabildiler. Türklerle Rumlar arasındaki evliliklerde de artış olması yeni bir karma toplumun doğmasına ve gelişmesine katkıda bulundu.(s.21)
- Osman’ın kendisine miras kalan toprakları komşularının zararına genişletmekte acelesi yoktu. Ağır, fakat garantili planı, gözlemlemek ve beklemek, yaşamak ve öğrenmek, Bizans topraklarına ancak adım adım sızmaktı. Tahkim edilmiş üç imparatorluk kenti, Bizans’ın Asya’da kalan topraklarına egemendi. Güneydeki Bursa Olimpos Dağı’nın (Uludağ’ın da dahil olduğu dağ kitlesi) yamaçlarından itibaren zengin Bithynia (Anadolu’nun kuzeybatısındaki bölge) ovasına hâkimdi. Merkezde bir gölün başındaki Nikaea (İznik) fiili başkentti. Kuzeyde Nikomedia (İzmit) limanı İstanbul’a uzanan denizyoluna ve Karadeniz’e uzanan karayoluna hâkimdi. Bunların hepsi Osman’ın başkentine sadece bir günlük mesafedeydiler.
- Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir ayırım gözetmek gerekliydi. Bu ayırım esas olarak toprak ve toprağın bölüştürülmesinde kendini gösteriyordu. Yalnız Müslümanlar askerlik yapmak durumundaydılar, dolayısıyla topraktan yararlanma hakkı onlarındı. Toprak hizmet karşılığında ödül olarak dağıtılıyor ve vergiden muaf askeri tımarlar şeklinde asker toplanmasına araç oluyordu. Hıristiyanlar askeri hizmetten muaf oldukları için, toprak üzerindeki bu tür haklardan yararlanamıyorlardı.
- Ayrıca, denenen bu tür “haçlı seferleri” Latin ve Yunan Ortodoks kiliseleri arasındaki çekişmeler nedeniyle belalı oluyordu. İtalyan yazar Petrarca, Papa Urban’a yazdığı bir mektupta bunu şu şekilde yansıtıyordu: “Osmanlılar sadece düşmandırlar, ama hizipçi Yunanlılar düşmandan da beterler.”
- Türklerin kendileri de önceki tarihleri sırasında böylesini yaşamışlardı. Köleleştirme işlemi savaş tutsaklarına ve zapt edilen yerlerin halkına uygulanıyordu. Bir yasa Osmanlı askerine tutsaklara sahip olma hakkını veriyordu. Meğer ki o kişiler Müslüman olup bu dinin gereklerini yerine getirsinler. Bir Osmanlı askeri onları ev hizmeti görmeleri ya da tarlalarda çalışmaları için alıkoyabilir, ele geçen paranın beşte biri hükümete bırakılmak kaydıyla pazarda satabilirdi.
- Sonunda, gönüllü olarak din değiştirmek suretiyle kurtulunabilen bu serflik sistemine ek olarak, Murat Hıristiyanların arasından bizzat sultana hizmet edecek seçme ve sıkı disiplinli bir piyade kuvveti oluşturdu.
- Alayın (yeniçeri alayı) kutsal cismi, Yeniçerilerin yalnız yemek yemek için değil, birbirlerine danışmak için etrafında toplaştıkları kazandı.
- Bu askeri kölelik sistemi (Yeniçeri ) Hıristiyan dünyasında şok etkisi yapıyordu. Ama İslam dünyasına, özellikle Türklerin kendilerine hiç yabancı değildi. Türkler tarihlerinin ilk zamanlarında bu sistemden süfli biçimde yararlanmışlardı. Abbasi Halifeliği zamanında Orta Asya’nın bozkırlarında tutsak edilen Müslüman olmayan Türkler haraç olarak alınmışlar ya da köle olarak satılmışlar, Müslümanlığı kabul etmeye zorlanmışlar, daha sonra Bağdat’ta asker veya idareci olmak üzere eğitim görmüşlerdi. Claude Cahen, “Statüleri doğal olarak özel kişilere ait ve evlerde hizmetkâr olarak çalıştırılan kölelerinkinden çok yüksek olan bu tür tutsakların sağlanması hiçbir zaman güç olmadığı gibi, ilgili Türk toplulukları arasında içerlemeye yol açmamıştır. Kölelik herkesin arasında sonradan esinlediği duygulara yol açmıyordu, ” diye kaydetmişdi. Bu şekilde köle edilen Türkler çok zaman terfi yoluyla yüksek askeri rütbelere veya idari konumlara yükselmekteydiler.
- Aynı sorunla karşılaşan başka göçer toplulukları kendilerini sadece “koyun çobanlarından insan çobanlarına dönüştürmeyi” denemişlerdi. Bunda genellikle başarısızlığa uğradılar. Avarların Slavlar üzerindeki egemenliği sadece elli yıl sürmüştü; Batı Hunlarının Macarlar üzerindeki ise Attila’nın yaşam süresini aşmamıştı. Moğolların birbirini izleyen imparatorluklarının hepsi de kısa ömürlü olmuştur. Bu göçer egemenliği ilkesinin yanılgısı kendi topraklarında çiftçi olarak kalan ve yine de ekonomik açıdan verimli olan “insan sürüleri”nin, vakit kaybetmeden “insan çobanları”nı kovmak veya özümsemek için işbirliği edeceği yolundaydı. Çünkü bunlar bu yerleşik çevrede sadece verimsiz asalaklar, “işçi arıları sömüren erkek arılar”dı. Dolayısıyla çoğu göçebe imparatorlukların hızlı yükselişini aynı derecede hızlı gerilemesi ve çökmesi izliyordu.
- Osmanlı Beyliği’ne komşu Germiyan Beyliği’nin, en önemli şehri Kütahya olan topraklarının büyük bir kısmı, oğlu Bayezıt’ın Germiyan Beyi’nin kızıyla Bursa’da evlenmesiyle ona geçmişti. Bu evlilik geniş topraklar içeren bir çeyizle gerçekleşmişti. Törenin büyük görkemi, Murat’ın daha mütevazı atalarının gelenekleriyle çelişiyordu, öte yandan Bizans sarayının, Osmanlılar tarafından benimsenmeye başlanan âdetlerine daha çok benziyordu.
- Bayezıt’ın sultan olarak ilk girişimi küçük kardeşinin boğularak öldürülmesini emretmek oldu. Bu, savaş meydanında başarılı olmuş ve birliklerinin sevgisini kazanmış olan kendisi gibi ordu komutanı kardeşi Yakup’tu. Bayezıt böylece Osmanlı Hanedanı’nın tarihinde kök salacak olan kardeş katli uygulatmasını başlatmış oldu. Cinayet, bir sultanın kardeşleri tarafından sık sık başvurulan isyan kışkırtmacılığından daha iyi olduğu savına dayandırılıyordu. Kuran’daki bir ayet de ayrıca Bayezıt’ın girişimini haklı gösteriyordu: “Fesata ve isyana her başvuruşlarında mahvolacaklardır; senden uzaklaşmayıp sana barış önerdikleri ve sana karşı savaşmaktan kaçındıkları vakit de onları bulduğun yerde tut ve öldür.“
- Osmanlılar Bizans’ın Konstantinopolis’ine Rumca is tin poli, yani “şehre doğru” kelimelerini yozlaştırarak İstanbul adını takmışlardı.
- Ama Bayezıt Hıristiyanlara karşı güttüğü politikada babası kadar temkinli değildi. Abartılı konuşmaktan çekinmediği için, saltanatının başlarında İtalya’dan gelen elçilere Macaristan’ı fethettikten sonra Roma’ya giderek St. Pierre Katedrali’nin mihrabında atına arpa yedireceğini bildirmişti. Bundan sonra da kendine İslamın koruyucusu süsünü vererek Hıristiyanlığa karşı saldırgan niyetlerini açık seçik övgü malzemesi yapmıştı. (s. 63)
- Timur ilk kez Bayezıt’a öfkelendi. O sırada Avrupa’ya dönmüş olan sultana bir mektup yazarak tutsağın iade edilmesini talep etti. Gibbon, İranlı tarihçi Şerefeddin’in elindeki bir mektuptan alıntı yapıyor: “Küstahlığının ve çılgınlığının dayanağı nedir? Anadolu ormanlarında birkaç savaş yaptın: zavallı zaferler.” İslamiyetin bir destekleyicisi olarak ikinci destekleyicinin yine de hakkını tanıdı: “Avrupa Hıristiyanlarına karşı birkaç zafer elde ettin. Kılıcın Tanrı’nın elçisi tarafından kutsandı. Kâfirlere karşı savaşarak Kuran’ın sözüne itaat etmen, İslam dünyasının sınırı ve siperi olan ülkeni yok etmekten bizi alıkoyan tek neden.” Daha sonra ısrar etti: “Artık akıllan, düşün ve nadim ol; böylece, başının yukarısında tetikte bekleyen intikamımızdan kaçın. Bir karıncadan başka bir şey değilken, niçin filleri kışkırtmaya çalışıyorsun? Heyhat, seni ayaklarının altında çiğneyecekler.” (s. 72)
- Bayezıt bunu ve bir sonraki mesajı küçümsemek yolunu seçti: “Orduların sınırsız kalabalık; varsın olsunlar, ama Tatarların uçan okları yenilmez Yeniçerilerimin palalarıyla savaş baltalarının yanında nedir ki? Benden koruma isteyen beyleri alıkoyacağım. Onları çadırlarımda ara.” Daha da teklifsizce bir hakaretle tamamladı: “Silahlarından kaçarsam, karılarım üç kez boşansınlar, ama savaş meydanında karşıma çıkmaya cesaretin yoksa, karıların bir yabancı tarafından üç kere kullanıldıktan sonra sana dönsünler. “ (s. 73)
- Bayezıt fatihin karşısında vakur davrandı. Timur önce ona bir hükümdara layık biçimde davrandı, ama sonra bir tutsak olarak aşağılamaktan geri kalmadı. Anadolu’daki yürüyüş sırasında Timur tutsağını parmaklıklı bir tahtırevanda taşıtarak Tatar askerlerinin ve eski Asyalı tebaalarının alayına hedef etti. Timur’un Bayezıt’a reva gördüğü davranış hakkında çok şey anlatılır: örneğin, geceleri zincirleniyordu. Timur’a ayak iskemlesi görevi yapıyordu. Bayezıt’ın haremini sahiplenen Timur, Bayezıt’ın Sırp eşi Despina’yı eski efendisiyle onu yenen fatihin karşısında çıplak olarak sofra hizmeti yaptırarak aşağılamıştı. Bu acılar sonunda Bayezıt’ın sağlığına, arkasından da aklına mal oldu. Sekiz ayın içinde inmeden ölmüş ya da belki canına kıymış bulunuyordu.
- Rumlarla yapılan diplomatik görüşmeler bir sonuç vermeyince İmparator Konstantin, sultana (Fatih Sultan Mehmet) şöyle bir yazı gönderdi: Barıştan çok savaşı arzuladığınız belli olduğuna, içtenliğime ve sadakat yeminime sizi inandıramadığıma göre, varsın istediğiniz gibi olsun. Artık sadece Tanrı’ya güveniyorum. Şehrin sizin olmasını O istediği takdirde, buna karşı gelmek kimin haddine! Tanrı size Barış arzusu esinlerse, ben çok mutlu olurum. Her ne olursa olsun, sizi bütün yeminlerinizden ve anlaşmalarınızdan azat ediyorum ve başkentimin kapılarını kapayarak halkımı kanımın son damlasına kadar savunacağım. Adil olanla uyum halinde saltanat sürün. Yüce Tanrı nasılsa ikimizi de yargısının katına çağıracaktır. (s. 101)
- Fatih Sultan Mehmet 29 Mayıs Salı günü surlara bütün kuvvetlerle son bir saldırı yapılmasına ilişkin planlarını açıkladı. Bir önceki pazar günü ordusunun safları arasında at üstünde dolaşırken yanındaki haberciler, İslam usulleri gereğince askerlere şehri yağmalamak için üç gün verileceğini, şehrin hazinelerinin aralarında adilane paylaştırılacağını bildirdiler. Surları ilk aşacak olan asker, bir tımar ve yönetimde yüksek bir mevkiyle ödüllendirilecekti. Yalnız binalarla surlar sultana ayrılacaktı. Şehrin içindeki savunucular dışarıdaki birliklerden gelen sevinç çığlıkları ve, “Allah’tan başka Tanrı yoktur; Muhammet de onun peygamberidir, ” bağırışlarını duyabiliyorlardı.(s. 104)
- (İstanbulun fethi) Kapıdan disiplinli şekilde geçtikten sonra zafer kazanmış ordu dağıldı, askerler şehir sokaklarında önlerine çıkanları öldürerek ve âdet gereği yağma ederek koşuyor, kiliseleri ve manastırları boşaltıyorlar, bunların içindekilerle yetinmeyerek oralardaki insanları da alıp götürüyorlardı. Binlerce Rum büyük Ayasofya Kilisesi’ne sığınmaya koşuyorlardı. Tarihçi Mikhail Ducas şöyle yazıyor: “Dev tapınak bir saatin içinde erkeklerle ve kadınlarla doldu… sayılması olanaksız bir kalabalık. Büyük kapıyı kapayarak orada duruyor, meleklerden medet umuyorlardı. Derken Türkler daha günün ilk saati dolmadan, dövüşerek, öldürerek, tutsaklar alarak kiliseye geldiler. Kapıyı kapalı bulunca acımayarak onları baltalarla parçalamaya koyuldular.Papazlar mihrabın başında ilahiler okumaya devam ederken, dua edenlerin çoğu ip niyetine yeleklerle ve kadınların başından koparılan başörtüleriyle bağlandılar ve böylece sokaklardan geçirilerek askerlerin kampına götürüldüler. Askerler burada en güzel kızlarla delikanlılara ve zengin giyimli dokuz senatöre sahip olmak için aralarında kavga ediyorlardı. (S. 108)